GÜZEL GÖREN GÜZEL DÜŞÜNÜR,GÜZEL DÜŞÜNEN HAYATINDAN LEZZET ALIR. MySpace Graphics
MySpace Graphics

   
  BEŞİRİ LİSESİ MEZUNLARI
  Rahmet Ayı Ramazan
 






Ramazan Müjdesi: Ramazan'ın ilk günü ile birlikte nur ve feyiz dolu bir mevsimi yaşamaya başlarız. Kâinat şenlenir, dünya Cennetten süzülen nurânî bir hava ile dolup taşar.. Ulvi âlemlerin masum ve mübarek sakinleri öbek öbek mü'minlerin çevresini sarar. Rahmet ülkesinden müjdeler, kâinatın Rabbinden selâmlar ve mağfiret ümitleri getirir, Ramazan ayı //////////////////Oruç insanı melekleştirir -------------------------------------------------------------------------------- Ubade ibni Samit Radiyallâhu Anh anlatıyor: Ramazan ayının başladığı bir günde Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: "İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah’ın rahmeti sizi kuşatır. O ayda yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir, dualar kabul olunur. Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder. Öyleyse kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Bu ayda asıl şaki olan, Allah’ın rahmetinden nasibini alamayan kimsedir." (et-Tergib ve’t-Terhib, 2:99) ////////////////////////////////////////// Peygamber Efendimizin Lisanından Ramazan -------------------------------------------------------------------------------- Oruç, İslâm'ın dördüncü emridir. - İnsanın manevî yönden gelişmesini sağlar. - Oruç tutan kimseyi kötü davranışlardan ve iffetsizlikten alıkor; - ve Cehenneme girmesine engel olur.1 Allah Teâlâ, işte bu gibi özellikleri sebebiyle orucu hem Muhammed ümmetine, hem ondan önceki ümmetlere farz kıldı.2 Orucun "sayılı günlerde," yani yılda bir defa Ramazan ayında tutulmasını emretti.3 Oruç tutmanın sevabı Namaz kılan, zekât veren ve haccedeni herkes görür. Fakat bir kimsenin oruç tuttuğunu sadece Allah bilir. Oruca riya ve gösteriş bulaşmadığı için, oruç tutan kimsenin Allah katında farklı bir yeri vardır. Peygamber Efendimizin bildirdiğine göre Allah Teâlâ bu özel durumu şöyle açıklamıştır: Oruç tutan kimse; yemesini, içmesini ve her türlü bedenî zevkini sadece Benim rızâmı kazanmak için bırakır; bu sebeple onun ödülünü bizzat Ben vereceğim. Oruç tutan kimsenin çok sevindiği iki zaman vardır. Biri akşam iftar ettiği zaman, öteki de Rabbine kavuştuğu zaman.4 Orucun ve oruçlunun değerini şimdi de Resûl-i Ekrem Efendimizden dinleyelim: Oruçlu bir ağzın kokusu, Allah yanında en güzel kokudan daha değerlidir. Sevap olduğuna inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek Ramazan orucunu tutan kimsenin geçmiş günahları bağışlanır.5 Allah Teâlâ, kendi rızâsı için oruç tutanı, Cehennem ateşinden yetmiş yıl uzaklaştırır.6 Cennetin sekiz kapısı vardır. Namaz kılanlar, kıyamet gününde Cennete namaz kapısından; cihad edenler cihad kapısından, sadaka verenler sadaka kapısından gireceklerdir. Bu sekiz kapıdan birinin adı Reyyân’dır. O kapıdan sadece oruç tutanlar girecektir. Mahşer yerinde bir ara "Oruç tutanlar nerede?" diye seslenilecek. Oruç tutanlar yerlerinden doğrulacak. Onlar Cennete girince bu kapı kapanacak; artık oradan kimse girmeyecek. Reyyân kapısından girenler bir daha susuzluk çekmeyecek.7 Sahâbîlerden biri, Peygamber Efendimizden, kendisine fayda verecek bir ibadet tavsiye etmesini istedi. Resûl-i Ekrem ona "Oruç tutmanı tavsiye ederim. Onun gibisi yoktur" buyurdu.8 Böylece orucun gösterişten uzak, ihlâs ve samimiyetle yapılan müstesna bir ibadet olduğuna işaret buyurdu. Ramazan ayının değeri Şimdi yine Sevgili Efendimizi dinleyelim: Ramazan ayının daha ilk gecesinde Cennetin bütün kapıları ardına kadar açılır; Cehennemin kapıları birer birer kapanır; azgın şeytanlar bağlanıp tesirsiz hale getirilir." 9 Oruç tutan kimse, büyük günahlardan sakınırsa, iki Ramazan arasında yaptığı günahları affedilir.10 "Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi" bu aydadır." 11 Ramazan ayını oruçla geçiren, bir de her ay üç gün oruç tutan kimseye bütün yıl oruç tutmuş gibi sevap verilir.12 Çünkü iyiliklere on katı sevap verilecektir. Bir ibadete ve iyiliğe on katı sevap verileceğini Allah Teâlâ da belirtmiştir.13 Ramazan ayı Kur'ân ayıdır. Peygamber Efendimiz Ramazan'ın her gecesinde Cebrail aleyhisselâm ile buluşur ve o güne kadar inen Kur'ân âyetlerini karşılıklı olarak birbirlerine okurlardı.14 Allah'ın Resulü her zaman cömertti; ama Cebrail aleyhisselâm ile çokça buluştuğu bu ayda, esen rüzgârdan daha cömert olurdu.15 Oruçlu nasıl olmalı? Oruçlunun sadece midesi değil, dili de oruç tutmalıdır. Bunu Peygamber Efendimiz şöyle anlatmıştır: - Oruçlunun ağzından kesinlikle kötü söz çıkmamalı, - kimseyle kavga etmemeli, - yalan söylemekten, boş ve mânâsız konuşmaktan kaçınmalıdır. - Eğer biri ona hakaret etmeye kalkarsa, "Ben oruçluyum" deyip geçmelidir.16 Hem oruç tutup, hem yalan söyleyenin, yalan dolanla iş yapanın, yemeyi içmeyi bırakmasına Allah Teâlâ hiç değer vermeyecektir.17 Orucu oruç gibi tutmayanların eline, aç susuz kalmaktan başka birşey geçmeyecektedir.18 Sahur ve iftar vakitleri Ramazan ayının her ânı değerli olmakla beraber bu ayda özel zamanlar vardır. Bu zamanlardan biri sahur, diğeri iftar vaktidir. Sahur vakti hakkında Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Sahur yapınız, çünkü sahurda bolluk, bereket vardır."19 Bizim orucumuzla Ehl-i Kitab'ın orucunu birbirinden ayıran en önemli fark sahur yemeğidir.20 Peygamber Efendimiz iftar vaktine de önem verilmesini istemiş; iftar saati girdiği anda oruç açmayı tembih ederek şöyle buyurmuştur: "Müslümanlar, oruç açmakta acele ettikleri sürece hayır içinde yaşarlar."21 Kadir Gecesi Ramazan ayı içinde en değerli zaman dilimi Kadir Gecesidir. Allah Teâlâ, "kutlu bir gece" olduğunu haber verdiği22 Kadir Gecesinin önemini özel bir sûre ile, Kadir Sûresi ile belirtmiş, ve: - Kur'ân-ı Kerîm'i Kadir Gecesinde indirdiğini, - Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğunu, - o gecede sabaha kadar Allah'ın izniyle meleklerin ve Cebrail'in yeryüzüne indiğini, - o gece yeryüzüne barış ve esenliğin hâkim olduğunu haber vermiştir.23 Resûl-i Ekrem Efendimiz de şu gerçekleri bize bildirmiştir: Bu mübarek geceyi, faziletine inanarak, karşılığını Allah'tan bekleyerek değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır.24 Kadir Gecesini Ramazan ayının son on günündeki tekli gecelerde,25 hattâ Ramazan'ın yirmi yedinci gecesinde aramalıdır.26 Kadir gecesinin sabahında güneşin, iyice yükselinceye kadar, ziyâsı ay gibi sönük olur.27 Bir adam Resûl-i Ekrem'e gelerek yaşlı ve hasta olduğunu, geceleyin namaz kılamadığını, fakat Kadir Gecesinde ibadet etmeyi arzu ettiğini belirterek o geceyi kendisine söylemesini istedi; Peygamber Efendimiz de ona, Ramazan'ın yirmi yedinci gecesinde ibadet etmesini tavsiye etti.28 Bununla beraber Efendimiz, Ashabına, Kadir Gecesini Ramazan'ın yirmi dokuzuncu, yirmi yedinci, yirmi beşinci gecelerinde aramalarını da söyledi.29 Kadir Gecesi nasıl dua etmeli? Bir gün Hz. Âişe, Allah'ın Elçisine Kadir Gecesine rastlarsa nasıl dua etmesi gerektiğini sordu. Peygamber Efendimiz de ona şöyle dua etmesini söyledi: Allahım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet!30 İ'tikâfa çekilmek Sevgili Peygamberimiz Ramazan ayının son on gününde dünya işlerini bırakır, Mescid-i Nebevî'ye çekilir, sadece ibadetle meşgul olurdu. Ailesini de bu gecelerde ibadet etmeleri için uyandırırdı. Itikâf denen bu ibadet sırasında Peygamber Efendimiz namaz kılar, Kur'ân okur ve tefekkürle meşgul olurdu. Vefatından sonra da eşleri itikâfa çekilmeye devam etti.31 Teravih namazı Ramazan ayının oruçtan sonra en belirgin ibadeti teravih namazıdır. Sahâbîler, Peygamber Efendimizin kendi başına teravih namazı kıldığını öğrenince, bu namazı kendilerine de kıldırmasını istediler. Hz. Peygamber onlara sadece üç defa teravih namazı kıldırdı. Bu olay şöyle oldu: O yıl Ramazan ayının çıkmasına yedi gün kalmıştı. Her gece yatsı namazını kıldırdıktan sonra evine çekilen Peygamber Efendimiz, o gece mescitte kaldı ve Ashabına ilk defa teravih namazı kıldırdı. Teravih, gecenin üçte birine kadar devam etti. Ertesi gün ağızdan ağıza Peygamber Efendimizin teravih namazı kıldırdığı haberi yayıldı. Sahâbîler mescitte toplandılar; fakat Efendimiz o akşam teravih namazı kıldırmadı. Ertesi gün yine teravih namazı kıldırdı ve namaz gece yarısına kadar devam etti. Bir sonraki gün yine kıldırmadı. Nihayet Ramazan'ın çıkmasına üç gün kala, eşlerine ve kızlarına da haber göndererek bütün gece devam eden bir teravih daha kıldırdı. O gün Müslümanlar sahurlarını zor yapabildiler. Sevgili Peygamberimiz teravih namazının farz olabileceğini, bunun da Müslümanları zora sokacağını düşünerek bir daha teravih kıldırmadı.32 Herkesin teravih namazını kendi evinde kılmasını tavsiye etti. O günden sonra Sahâbîler, hem Peygamber Efendimiz zamanında, hem Hz. Ebû Bekir devrinde, hem de Hz. Ömer'in hilâfetinin ilk yıllarında teravih namazını evlerinde kıldılar. Teravih namazlarının camide cemaatle kılınması âdeti, Hz. Ömer devrinde başladı. Şevval orucu Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ramazan orucunu tutanların, Ramazan'ın hemen ardından gelen Şevval ayında altı gün daha oruç tutmalarını tavsiye etti. Böylece otuz beş veya otuz altı gün oruç tutmuş olacaklarını, her iyiliğe on misli karşılık verileceğine göre, bir yıl boyunca oruç tutmuş gibi sevap kazanacaklarını söyledi.33 Asr-ı Saadetten Bir Hatıra Haris el-Eş'arîradıyallahu anh anlatıyor: Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Allah Teâlâ, Zekeriyyâ Peygamberin oğlu Yahya aleyhisselâm'a, hem kendi yapması, hem de İsrailoğullarına emretmesi için beş buyruk verdi. Yahya Peygamber bu emirleri halka duyurmayı azıcık geciktirince, Îsâ aleyhisselâm onun yanına geldi: "Yahya!" dedi. "Cenâb-ı Hak, hem bizzat yapman, hem de İsrailoğullarına emretmen için sana beş buyruk verdi. Bu emirleri onlara ya bir an önce söyle, yoksa ben söyleyeceğim." Yahya Peygamber: "Kardeşim!" dedi Îsâ aleyhisselâm'a. "Allah'ın bana verdiği emirleri halka ben değil de sen duyurursan, Cenâb-ı Hakk'ın bana azap etmesinden veya beni yerin dibine geçirmesinden korkarım." Sonra da halkı Beytülmukaddes'te topladı. Cami ağzına kadar doldu; hattâ halk şerefelerde oturdu. Yahya Peygamber, Allah'a hamd ve senadan sonra vaaza başlayıp şunları söyledi: "Allah bana hem bizzat uygulamam, hem de size söylemem için beş emir verdi. Ben de size onları yapmanızı emrediyorum. İlk olarak Allah'a ibadet edecek, Ondan başkasını İlah yerine koymayacaksınız. Allah'tan başkasını İlah yerine koyan kimse bakınız neye benzer: Bir adam, kendi öz malından bir miktar altın veya gümüşle bir köle satın alıyor ve ona 'Bak oğlum!' diyor. 'Şurası benim evim, şu da işim. Çalış, kazancını getir, bana ver!' Ama o köle ne yapıyor; kazandığı paraları efendisine değil, götürüp başkasına veriyor. Söyleyin bakalım; hanginiz kölesinin böyle davranmasını ister? Sizi Allah yarattı ve rızkınızı O verdi; öyleyse kesinlikle Allah'tan başkasını ilah yerine koymayınız. Allah Teâlâ size namaz kılmayı emretti. Namaz kılarken kesinlikle sağa, sola bakmayınız. Bir kul namazda sağa sola bakınmadığı sürece, Allah Teâlâ namaz boyunca yüzünü hep onun yüzüne çevirir. Size oruç tutmanızı emrediyorum. Bakınız oruç neye benzer: "Bir topluluk arasında bir adam, adamın da, içinde misk bulunan bir çantası var. O çantadan gelen güzel koku herkesi mest ediyor ve herkes onu koklamak istiyor. İşte oruç böyle bir şey. Oruç tutan kimsenin ağız kokusu, Allah yanında misk kokusundan daha değerlidir. Size sadaka vermenizi de emrediyorum. Bakınız, sadaka vermek neye benzer: Düşman, bir adamı yakalayıp esir etmiş, ellerini boynuna bağlamış, boynunu vurmak üzere bir meydana getirmiştir. Adam, kendini esir edenlere: 'Beni fidye karşılığında serbest bırakınız; çalışıp kazanırım, kazancımı getirip size veririm' demiş ve böylece canını ölümden kurtarmıştır. İşte sadaka böyledir. Size bir de Allah'ı çokça zikretmenizi emrediyorum. Bakınız zikir neye benzer: Bir adam düşmandan kaçmaktadır. Düşman ise onu süratle takip etmektedir. O sırada adamın karşısına sağlam bir kale çıkmış, o da bu kaleye sığınarak canını düşmandan kurtarmıştır. İşte bir kul da kendisini şeytandan ancak zikir sayesinde kurtarabilir." Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bunları anlattıktan sonra şöyle buyurdu: "Ben de size, Allah Teâlâ'nın bana emrettiği şu beş şeyi emrediyorum: - Yöneticinizin emirlerine uymayı, - cihad etmeyi, - hicret etmeyi, - İslâm cemaatiyle birlikte bulunmayı. İslâm cemaatinden bir karış da olsa ayrılan kimse, tekrar oraya dönünceye kadar, boynundaki İslâm ilmiğini çözüp atmış demektir. - Câhiliyyet dâvası güden kimse, Cehennemlik olur. O sırada Sahâbîlerden biri: "Ey Allah'ın Elçisi!" dedi. "O adam namaz kılıp oruç tutsa yine de Cehennemlik mi olur?" Allah'ın Elçisi şöyle buyurdu: "Evet, namaz kılıp oruç tutsa ve kendini Müslüman zannetse bile yine de Cehennemlik olur. "Sizi 'Müslümanlar,' 'mü'minler,' 'Allah'ın kulları' diye adlandıran Allah'ın dâvasına sahip çıkınız." /////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////////// "Ey insanlar, büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınıza geldi. Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır. Allah o mübarek ayın gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde nafile namazları meşru kıldı. Bu ayda küçük büyük bir hayır yapan insan başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap alır. Bu ayda bir farzı yapmak, başka aylarda yetmiş farz yerine geçer. Bu ay Allah için açlık ve susuzluğun, taat ve ibadetin meşakkatlerine sabır ve tahammül ayıdır. Sabrın karşılığı da Cennettir. Bu ay yardımlaşma ayıdır, bu ay mü’minlerin rızkını arttıracak aydır. Bu ayda her kim oruçlu bir mü’mine iftar edecek bir şey verirse, yaptığı bu iş günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden azat olmasına sebep olur. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmeden onun kadar sevaba kavuşur. Ashab-ı Kiramdan bazıları, “Ya Resulallah, hepimiz oruçluya iftar edecek bir şey bulup verecek durumda değiliz” dediler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Allah bu sevabı bir tek hurma ile, bir içim su ile, bir yudum süt ile oruçlu mü’mine iftar ettirene de verir” buyurdular ve hutbelerine şöyle devam ettiler: Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennemden kurtuluştur. Bu ayda her kim kölesinin (işçi ve hizmetçisinin) işini hafifletirse Allah onu affeder ve Cehennemden uzak tutar. Bunun için bu ayda şu söyleyeceğim dört hasletten ikisi ile Rabbinizi razı kılarsınız, diğer ikisinden ise hiçbir vakitte ayrı kalamazsınız. Rabbinizin rızasına sebep olan hasletlerin birisi, Kelime i Şehadete devam etmeniz, diğeri de Allah’tan mağfiret dilemenizdir. Vazgeçemeyeceğiniz iki hasletin biri Allah’tan Cenneti istemek, diğeri Cehennemden Allah’a sığınmaktır. Her kim oruçluya bir yudum su verirse, Allah da ona benim mahşerdeki havuzumdan öyle bir su içirecektir ki, Cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir." (et-Tergib ve’t-Terhib, 2:94-95) //////////////////////////////////////////////////////////////////////////////// RAMAZAN YAĞMURU Ramazan ayı… Şehrullah… Oruç günleri… Mü’minler için ne anlam ifade ediyor? “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı. Ta ki korunasınız.” (Bakara-183) “O Ramazan ayı ki, Kur’an onda indirilmiştir…” (Bakara-185) Ramazan kelimesi sözlükte şu manaları içermektedir: Yaz sonunda, güz mevsiminin evvelinde yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur; güneşin hareretinin şiddetinden kızgın yerde yalın ayak yürümek ve yanmak; kılıcın iki taş arasına konulup, keskinleştirmek için dövülmesi, bir de Allah’ın güzel isimlerinden bir isim… Ramazan orucu; arınma, bilenme ve korunma eylemi olarak mü’minlerin hayatına yansıyor. Ramazan yağmuru; kirlerden ve kirlilerden arınma mevsimi… Cahiliyenin kokuşmuş ve kirli havasından kurtulup vahyin iklimini soluma seferi… Kirli işleri ve kirli hesapları kapatma kararı… Kirli ellerin, çirkin işlerde gösterdikleri cesarete, karşı koyabilme yürekliliği… Ruhlardaki çölleşme, yüreklerdeki çoraklaşma bu yağmura muhtaç… Kir, kin, küf, pas… Çürüyen bir toplum… İnsanlık bu yağmurla ne zaman buluşacak? Ramazan yağmuru ile başlayan bir temizlik harekatı… Temizleme ameliyesi… Temizlenme eylemi… Önce kendimizden başlayarak… Bu yağmura gözyaşlarımızın iştirakini sağlayarak bilenme, arınma, direnme disiplinine dahil olmak durumundayız. /////////////////////////////////////// ORUÇ NE ZAMAN BOZULUR? Yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak orucu bozan şeylerdir. Bunların hangi durumda sadece kazâ, hangi durumda kazâ ile birlikte kefâreti gerektirdiğini görelim. Yemek, içmek ve cinsel ilişkide bulunmak orucu bozan şeylerdir. Bunların hangi durumda sadece kazâ, hangi durumda kazâ ile birlikte kefâreti gerektirdiğini görelim. a) Kazâ ve Kefâreti Gerektiren Durumlar Orucu bozup hem kazâ hem de kefâreti gerektiren durumların başında rama-zan günü oruçlu iken yapılan cinsel ilişki gelmektedir. Zaten Peygamberimiz oruç kefâreti hükmünü, o zaman vuku bulan böyle bir cinsel ilişki olayı üzerine ver-miştir. Oruç kefâreti konusunda eldeki tek örnek ve delil de budur. Bu bakımdan bütün fıkıh mezhepleri, ramazan günü oruçlu iken bilerek ve isteyerek normal cinsel ilişkide bulunmanın, hem kazâ ve hem de kefâreti gerektireceği konusunda görüş birliği etmişlerdir. Bir şey yiyip içmenin kefâreti gerektirip gerektirmediği konusu ise mezhepler arasında tartışmalıdır. Hanefîler, bilerek ve isteyerek bir gıda veya gıda özelliği taşıyan her türlü maddeyi almayı da bu hükme kıyas ederek, bu durumda da hem kazâ hem de kefâret gerekeceğini söylemişlerdir. Peygamberimiz zamanında cereyan eden ve oruç kefâretinin gerekçesi olan olay şudur: Bir adam "Mahvoldum" diyerek Peygamberimiz'e gelmiş ve ramazanın gündüzünde eşiyle cinsel ilişkide bulunduğunu söylemiş, bunun üzerine Peygamberimiz; - Köle âzat etme imkânın var mı? - Hayır, yok. - Peş peşe iki ay oruç tutabilir misin? - Hayır. Bu iş de zaten sabredemediğim için başıma geldi. - Altmış fakiri doyuracak malî imkânın var mı ? - Hayır. Bu sırada Peygamberimiz'e bir sepet hurma getirildi. Peygamber bu hurmayı adama vererek yoksullara dağıtmasını söyledi. Adam "Bizden daha muhtaç kimse mi var?" deyince Peygamberimiz gülümseyerek "Al git, bunları ailene yedir" diyerek adamı gönderdi (Buhârî, “Savm”, 30; Müslim, “Sıyâm”, 81; Ebû Dâvûd, “Savm”, 37). Bilerek ve isteyerek kaçınılması gereken üç şey (yeme, içme, cinsel birleşme) dışında bir sebeple orucun bozulması durumunda kefâret gerekmeyip sadece kazâ gerekir. b) Sadece Kazâyı Gerektiren Durumlar Oruç yasaklarının başında yeme ve içme geldiğini, oruçlunun kasten yiyip içmesinin kazâ ve kefâreti gerektirdiğini biliyoruz. Buna ilâve olarak Hanefî fakihleri, beslenme amacı ve anlamı taşımayan ve esasen yenilip içilmesi mûtat (normal, alışılmış) olmadığı gibi insan tabiatının meyletmediği şeylerin yenilip içilmesi durumunda da orucun bozulacağını, fakat bunun kefâreti gerektirmeyeceğini söylemişlerdir. Çiğ pirinç, çiğ hamur, un, ham meyve yemek veya fındık, badem ve cevizi kabuğuyla yutmak böyledir. Bunlar yiyecek maddesi olmakla birlikte, bunların bu şekilde yenilmesi normal değildir ve hem de bunlar bu halleriyle insanın iştah duyacağı ve yemek isteyeceği şeyler değildir. Fakihler, şehvetin normal cinsel birleşme dışında tatmin edilmesinin de aynı kapsamda değerlendirileceğini belirtmişlerdir. Fakihler ağza giren yağmur, kar veya doluyu isteyerek yutmayı, su içme kapsamında değerlendirerek orucu bozacağını; fakat, kişinin kastı olmaksızın boğaza inen yağmur, kar ve dolunun orucu bozmayacağını söylemişlerdir. Kusma, kasten yapılmadığı durumlarda orucu bozmaz. Kasten yapıldığında ise, sadece ağız dolusu olması halinde bozar. Baştan beri ortaya koymaya çalışılan oruç tutma esprisi ve orucun anlam ve amacıyla pek bağdaşmayan muhtemel bütün davranışları ve olayları tek tek sıralamak mümkün olmadığı için bu konuda şöyle bir açıklama getirmek doğru olur: Orucun anlamı, Allah rızâsı için, gerek beslenme gerekse tat ve keyif alma kasıt ve arzusu içeren yiyip içme ve cinsel ilişkiden uzak durmak, özetle nefsi iştah ve şehvet duyduğu şeylerden mahrum etmektir. Bu yasağın ihlâli sayılan her davranış orucun mâna ve gayesine aykırıdır. Yeme, içme ve cinsel ilişki sayılan her davranış orucu bozar, kazâ edilmesini gerektirir. Kasıtlı olarak yapılırsa hem kazâ hem kefâret gerekir. Bayılma ve delirmenin orucu bozan şeylerden sayılması, esasen oruç yasaklarının ihlâli ile ilgili olmayıp, bütün mükellefiyetlerde ön şart olan bilinçlilik halinin geçici veya sürekli olarak yitirilmesi ile ilgilidir. Bu halin kapladığı günlerin kazâ edilmesinin istenmeyişi de aynı sebebe bağlıdır. Unutarak bir şey yemek ve içmekle oruç bozulmaz. Peygamberimiz oruçlu olduğunu unutarak yiyip içenlerin oruca devam etmelerini, onları Allah'ın yedirip içirdiğini söylemiştir (Buhârî, “Savm”, 26; Müslim, “Sıyâm”, 17). Fakat yanlışlıkla (hata) yiyip içmek bundan farklı olup Hanefîler'e göre orucu bozar. Meselâ; bir kimse oruçlu olduğunun farkında olduğu halde kasıtsız olarak yanlışlıkla bir şey yese veya içse, diyelim ki abdest alırken ağzına aldığı sudan yutsa veya denizde yüzerken su yutsa orucu bozulur ve kazâ lâzım gelir. Şâfiîler orucu bozma kastı bulunmadığı için yanlışlıkla bir şey yiyip içmenin orucu bozmayacağını söylerken, Mâlikîler orucun anlamının (imsak) ortadan kalkmış olduğu gerekçesiyle, ister unutma isterse yanlışlık sonucu olsun, bir şey yiyip içmekle orucun bozulacağını söylemişlerdir. Sabah vaktinin girip girmediği konusunda şüphesi bulunan kimse yiyip içmeye devam ederken o esnada ikinci fecrin doğmuş olduğu ortaya çıksa oruç bozulur ve kazâ etmesi gerekir, kefâret gerekmez. Aynı şekilde güneşin battığını zannederek iftar ederken güneşin henüz batmadığı anlaşılsa yine kazâ gerekir. Hanefî mezhebinde ağırlıklı görüş böyledir. Ancak, bu durumda kefaretin gerekeceğini söyleyenler de vardır. Zira kişi, her iki durumda da zannı ile hareket etmiş ve yanıldığı ortaya çıkmış ise de zanların kuvvet derecesi aynı değildir. Birinci durumdaki zan güçlüdür; çünkü aslolan gecenin devam ediyor olmasıdır. İkinci durumdaki zan ise, bunun tersine zayıftır; çünkü aslolan gündüzün devam ediyor olmasıdır. Bu bakımdan güneşin batıp batmadığından şüphe eden kimse hemen iftar etmemeli, durumun netleşmesini beklemelidir. İmsak ve iftar vakitlerini gösteren bir takvim ve saatin bulunmadığı durumlarda kişi, kendi bilgi ve tecrübesiyle ictihad ederek ona göre davranır. Unutarak yiyip içtikten sonra orucunun bozulmuş olduğu zannıyla veya gece niyetlenemeyip gündüz niyetlendikten sonra, gündüz yapılan bu niyetin niyet sayılmayacağı zannıyla günün geri kalan kısmında bilerek bir şey yiyip içmek veya cinsel ilişkide bulunmak orucu bozar. Orucu bozacak fakat kefâreti de gerektirmeyecek bir davranıştan sonra, kişinin yiyip içmeye başlaması halinde, kural olarak kefâretin gerekmeyeceği belirtilmişse de, burada aslolan kişinin oruç tutma veya bozma konusundaki gerçek niyetidir. Amellerin niyetlere göre olduğu şeklindeki genel dinî ilkenin anlamı da budur. Bir şey yiyor veya içiyorken imsak vaktinin girdiğini anlayan kimse derhal yemeyi ve içmeyi bırakmalıdır. Bile bile yemeye veya içmeye devam etmesi halinde Hanefî imamlara göre bu kişiye kefâret gerekir. c) İlâç Kullanmanın ve İğne Yaptırmanın Hükmü Ağızdan alınacak hap, şurup ve pastil gibi şeylerin orucu bozacağında görüş birliği bulunmaktadır. Çünkü bunlar doğrudan mideye inmekte, esasen tedavi amaçlı olsa bile dolaylı olarak beslenme niteliği de taşımaktadır. Göze, burun veya kulağa damlatılan ilâcın orucu bozup bozmayacağı konusu ise tartışmalıdır. Kimi âlimler, göze damlatılan ilâcın orucu bozmayacağı, kulak ve burna damlatılanın bozacağı görüşünde ise de, bunlardan burun içinin yemek borusuyla ve mideyle doğrudan bağlantısının bulundu-ğu, gözün dolaylı olarak boğaza açıldığı, kulağın ise mideyle böyle bir bağ-lantısının bulunmadığı düşünülürse, bunlardan sadece buruna konan ilâçlar hakkında ihtiyatlı olmak gerektiği sonucu çıkar. Böyle olunca, burna enfiye çekmek, boğaza inecek şekilde bol miktarda su çekmek gibi davranışlar orucu bozar. Bu organlara konan ve tamamen tedavi amaçlı ilâç ve damlalar ise orucu bozmaz. Çünkü bu son sayılan davranışın yeme ve içme, yani beslenme ve oruca karşı direnç kazanma faaliyeti sayılması isabetli olmaz. İğne yaptırma meselesine gelince: Deri altına veya adaleye zerkedilen veya damardan yapılan iğnenin orucu bozup bozmayacağı konusu, ilk fakihlerin, yaralayıp vücuda giren bıçak vb. katı cisimler ile derin yara üzerine sürülen merhemin orucu bozup bozmayacağına ilişkin tartışmalarına göre belirlenmeye çalışılmıştır. Şöyle ki; a) Ebû Hanîfe'nin “derin yara üzerine sürülen ve karın veya beyne ulaşan ilâcın/merhemin orucu bozacağı” yönündeki görüşünü alanlar, iğneyle vücuda bir şey zerkedilmesi durumunda orucun bozulacağını ileri sürmüşlerdir. Bu görüşte hareket noktası, tabii yollar dışından da olsa vücuda bir şeyin girmiş olmasının orucu bozacağı fikridir. İğne veya damar yoluyla alınan ilâç, serum veya aşı vücudun içine akıtılmış olmakta ve bütün vücuda yayılmaktadır. Beslenme sayılıp sayılmayacağı tartışılsa bile, bunların vücudu güçlendirdiği ortadadır. Bu şekilde alınan ilâç, gerek ağızdan alınsın gerekse iğneyle zerkedilmiş olsun, hiçbir şekilde kefâret gerektirmese de orucu bozar ve kazâyı gerektirir. İlâç almak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimselerin ya o gün oruç tutmamaları ya da ilâç almayı ve iğne yaptırmayı sahur ve iftar vakitlerine almaları gerekir. b) Buna mukabil Ebû Yûsuf ve Muhammed'in “derin yara üzerine sürülen merhemin orucu bozmayacağı” yönündeki görüşünü esas alanlar ise iğneyle vücuda bir ilâcın zerk edilmesi durumunda orucun bozulmayacağını söylemişlerdir. Ebû Yûsuf ve Muhammed, oruca "normal yollardan vücuda bir şey almaktan kaçınmak" şeklinde bir anlam yükledikleri için yaraya sürülen merhemin, karna veya beyne ulaşmış olmasının bir önemi olmayacağını, dolayısıyla bu durumda orucun bozulmayacağını söylemişlerdir. Eskiden fetvahâne ve daha sonra 1948 yılında Ezher Üniversitesi Fetva Komisyonu tabii delikler dışından vücuda giren bir şeyin orucu bozmayacağı yönünde fetva vermiştir. Çünkü bu tedavi yönteminin, ağız yoluyla ilâcın yutulmasına benzemediği açıktır. Bu noktadan hareketle, astım ve nefes darlığı sebebiyle ağza sıkılan spreyin zerrecikler halinde içeri gittiği doğru olsa bile bunların akciğerden öteye geçmediği ve mideye ulaşmadığı, gıda ve susuzluk giderme özelliği de taşımadıkları; bu sebeple bunların da orucu bozmayacağı ileri sürülmüştür. Ayrıca belli hastalıklara karşı korunmak maksadıyla yapılan aşıların hükmünde de tartışma bulunmakla birlikte, bu tür aşılarla vücuda mikrop verilerek bağışıklık kazandırmaya çalışıldığı, dolayısıyla bunların beslenme amaçlı olmadığı söylenerek oruca zarar vermeyeceği görüşü ağırlık kazanmıştır. Hangi görüş alınırsa alınsın, burada inisiyatif, tercih, karar ve tabii ki sorumluluk mükellefe ait olacaktır. Söz konusu olan şey bir ibadettir ve Allah rızâsı için yapılmaktadır. Bu bakımdan, oruç tutan bu şuurdaki insanların gerekmediği halde, hiç açlık, susuzluk ve sıkıntı hissetmeden oruç tutmak için bu yola tevessül edeceklerini düşünmek son derece anlamsızdır. Çünkü aklı olan herkes gayet iyi bilir ki içeriği boşaltılmış ve anlamı yozlaştırılmış ve göstermelik hale getirilmiş bir ibadetin hiçbir faydası olmadığı gibi, böyle yapan kişi sonuçta sadece kendi kendisini kandırmış olacaktır. Esasen dinimiz hasta olan veya tedavi sürecinde olan kişilerin oruç tutmamasına ruhsat vermektedir. Bu bakımdan ilâç kullanmak veya iğne yaptırmak durumunda olan kimseler, hem iyi bir tedavi görüp sağlığına kavuşmak, hem de ibadetlerini ileride huzûr-ı kalp ile ve içe sinerek yapabilmek gayesiyle tedavileri tamamlanıncaya kadar oruç tutmayabilirler. Bu tamamıyla kendilerinin karar vereceği bir konudur. Bununla birlikte bu kimseler, ramazan ayında herkesle birilikte oruca devam etmeyi arzu ediyor ve bu ibadet ayının mânevî havasından kopmak istemiyorlarsa, oruç için başka bir engelleri de yoksa, ikinci grup fakihlere ait olan ve ağırlıklı bulunan fetvayı esas alabilir, oruçlu oldukları halde tedavi ve aşı amaçlı iğneleri yaptırabilirler. Kaynak: Diyanet.com.tr ////////////////////////////////////// ORUCU BOZAN VE BOZMAYAN DURUMLAR Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan alınan bilgilere göre orucu bozan ve bozmayan durumlar şu şekilde sıralandı. Buruna enfiye ve boğaza inecek şekilde bol miktarda su çekmek, ağızdan alınan hap, şurup ve pastil gibi şeyler ise orucu bozuyor. Diyanet İşleri Başkanlığının internet sitesinden derlenen bilgilere göre, oruç, "ibadet niyetiyle yemekten, içmekten ve cinsi münasebetten uzak durmak" anlamına geliyor. Yeme, içme ve cinsel ilişkide bulunma orucu bozuyor. Sigara, nargile gibi keyif veren tütün kökenli dumanlı maddelerle tiryakilik gereği alınan tüm maddeler oruç yasakları kapsamına giriyor. Ağızdan alınacak hap, şurup ve pastil gibi şeyler doğrudan mideye geçtiği ve tedavi amaçlı olsa bile beslenme niteliği taşıdığı için orucu bozuyor. Buruna enfiye çekmek, boğaza inecek şekilde bol miktarda su çekmek de oruca zarar veriyor. Unutarak bir şey yeyip içme, yıkanma, ağza su alma, diş fırçalama (misvak kullanma), sürme çekme, eşini öpme, yağlanma ve koku sürmek orucu bozmuyor. Kusma, kasten yapılmadığı durumlarda oruca zarar vermiyor, kasten yapıldığında ise sadece ağız dolusu olması halinde oruç bozuluyor. Astım hastalarının kullandığı sprey, göz, kulak ve burun damlası, dil altı hapları, fitil, kulak zarında delik bulunmayanların kulak yıkatması, idrar kanalını görüntüleme, idrar kanalına ilaç akıtma, su, yağ ve benzeri gıda özelliği taşıyan başka bir maddenin vücuda girmemesi kaydıyla endoskopi, kolonoskopi yaptırmak gibi tıbbi yöntemler oruca zarar vermiyor. Kulak, burun ve göze konulan ve tamamen tedavi amaçlı ilaç ve damlalar da orucu bozmuyor. Oruçlu iken tedavi ve aşı amaçlı iğneler yapılabiliyor. Makattan ultrason çektirme, lokal anestezi, suyun bağırsaklara verilmesinden sonra bekletilmeyip bağırsakların hemen temizlenmesi kaydıyla lavman yaptırma, herhangi bir sıvı madde almadan hemodiyalize girme, gıda ve keyif verici olmayan enjeksiyon, anjiyo ve biyopsi yaptırma, kan verme, merhem sürme ve vücuda ilaçlı bant yapıştırma da orucu bozmuyor. HASTA, YOLCU, GEBE VE EMZİKLİ KADINLAR ORUÇLARINI KAZA EDEBİLİYOR Ergen ve akıl sağlığı yerinde Müslümanlar oruç tutmakla yükümlü sayılıyor ancak hasta ve yolcu olanlarla gebe veya emzikli kadınlar oruç tutmayıp, normal duruma döndükten sonra oruçlarını kaza edebiliyorlar. Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar ise ramazan ayı boyunca her gün bir fakiri doyurarak (fidye), bu ibadeti yerine getirmiş oluyor. Geçici bir süre ağır bir işte çalışmak durumunda kalanlar, oruç tuttukları takdirde sağlıklarına bir zarar geleceğinden endişe ediyorlarsa oruç tutmayabiliyorlar. Bu kişiler, imkan bulurlarsa oruçlarını kaza edebiliyor, bulamazlarsa oruç yerine fidye verebiliyorlar. Tutulamayan oruçların fidyesi, ramazanın başında veya sonunda, nakit para veya mal olarak da bir veya birçok yoksula verilebiliyor. SAHURU GEÇ, İFTARI SAATİNDE YAPMAK ÖNERİLİYOR Sahur yapmak ve sahur yemeğini mümkün olduğunca gecenin son vaktine denk getirmeye çalışmak, dinen uygun görülüyor. İslam dini, iftarın vakitinde yapılmasını teşvik ediyor. Oruç için niyet etmek önem taşıyor, oruca kalben niyet etmek, hangi orucu tutacağını kalbinden geçirmek yeterli sayılıyor. Ramazanın her günü için ayrı ayrı niyet edilmesi gerekiyor. Sahura kalkıp yeme ve içme de niyet yerine geçiyor. Ramazan boyunca maddi durumu yetersiz kişilere iftar yemeği verilmesi, Kur’an-ı Kerim okunması, oruç açılırken dua edilmesi ve kötü söz ve davranışlarla dedikodudan kaçınılması, ramazan ayında tavsiye edilen davranışlar arasında yer alıyor.



 
  Bugün 2 ziyaretçi (9 klik) kişi burdaydı! Risale-i Nur Sitesi Şiirlerimi okumak için tıklayın.
 
 
Copyright © 2008En iyi görüntü için 1024x768 çözünürlük ve IE 5+ gerekir. Tüm Hakları Saklıdır ve www.88-89.tr.gg/Sitesine Aittir... Design Copy:By.M.S.APARI/ KOBİNLİ MEMO(http://site.mynet.com/babacanlar72)-(besirilisesimezunlari.tr.cx)bu adreste ortak tasarımlı sitelerimiz ve eklentilerimizdir.